28 Ağustos 2013 Çarşamba

Tüyo Veriyorum; Sorular Shakespeare’den Gelecek…

Shakespeare-s-Sonnets
Şöyle bir açtım da bu sabah göğün hal pür melalini … Galiba Zodyak Üniversitesi bu dönem mezuniyet sınavlarında ağırlıklı olarak Shakespeare‘den soracak :))) Hani öyle genel yetenek, genel kültür, liseden kalma türev-integral bilgisi, serbest atış formülleri filan yetmez bu ara averajı tutturmaya… İlla ki felsefe, illaki psikoloji, illa ki klasik edebiyat! Üstelik yanıtlar çoktan seçmeli değil, kompozisyon yazıp veriyoruz… İnsanlığın tarih kadar eski meselelerin, nesiller boyu çalışılmış ama bir türlü öğrenilememiş cevapları isteniyor artık bizden!

Haydi egomuzun yelelerini kabartacak makamdan anlatayım durumu; Yaw galiba… bizler seçilmişiz :))))


Sahneyi tanımlayalım;

Bugün tam açıyla kare yapan Jüpiter ve Venüs ile, birkaç derecelik orblarla Pluto ve Uranüs tarafından tamamlanan bir büyük KARE‘miz var. Temmuz boyunca gündemimize oturmuş olan Davut Yıldızı’nın yeni bir kompozisyonu da birkaç gündür yeniden göndere çekilmiş durumda ve Yeni Ay’a dek bizimle birlikte.

Önce birbirine ”diklenen” oyuncuların oluşturdukları kareden söz edelim…

Bu kare bizi kızgın kumlardan serin sulara atar! Ama pek ”tatil neşesi” modunda değil de… daha ziyade nefsimizin umduğu yerden gözümüzü yıldırmak anlamında ;) İfrata kaçma, yayılma, prensipsiz ve sınırsız olma, sorumlulukları göz ardı etme arzumuz önce bir tavan yapar! Ama beraberinde gelen bedelleri ödemek öyle ağır gelir ki, bir daha benzer sınırları aşmadan beş kez düşünürüz.

Ya da ne zamandır kendimizi baskıladığımız, göz ardı ettiğimiz sorunlar hakkında öyle bir bıçak kemiğe dayanır ki, bizim gözümüz hiç bir şeyi görmez olur! Ölümden öte köy yok deyip atlarız yeni bir dalganın üzerine… Artık hangi sahile varırsa :) İnsanlar bizim bilmedikleri bir yüzümüzü görürler… Ağzımızdan duymadıkları şeyleri duyarlar… Ya da biz onların görmezden geldiğimiz ya da farkına varamadığımız yönleri hakkında, şaşırtıcı bir aydınlanma yaşarız…

Peki ortalık böyle darmadağın olurken, bizi toparlanmaya sevk edecek olan ne? Elbette Davut’un Yıldızı…

Pluto, Güney Ay Düğümü, Başaktaki Güneş-Merkür kavuşumu bir üçgen yapıyor ve Jüpiter Lilitkavuşumuna uçurtma çıkartıyor… Yani değişim korkusu, geçmişi koruma arzusu, ya da alternatifleri görmeyi reddetme eğilimi, bizi endişeli olmaya ve abartılı tepkiler vermeye teşvik ediyor!

Öte yandan Jüpiter-Lilith kavuşumu, Satürn-Kuzey Ay Düğümü-Selena üçlüsü, Neptün-Chiron ikilisi arasında da bir üçgen var ve bu üçgen de Pluto’ya uçurtma çıkartıyor. Yani abartılı endişelerden, bir yere varmayan beklentilerden, önümüzü görmemize mani olan varsayımlardan bizi koruyacak ve kurtaracak olan, Rabbin şifalı elini tutmak ve yeni bir zeminde temiz başlangıçlar yapmaya açık olmak… O zaman değişim bizi ürkütmeyecek. Zira biz değişmiş ve bizi esir eden kaygılara ya da gelişmemize mani olan zaaflara mesafe almış olacağız.

İnsan aynı manzaraya farklı bir yerden baktığında, daha önce görmediği birçok detayı fark eder ve belki de baktığı durum hakkındaki bütün algısı değişir. O zaman arada hayat içinde durduğumuz yeri ve olaylara baktığımız açıyı değiştirmek de gerekmez mi…

Hayatlarımızda engellenemeyen yıkımların ya da okyanusta rüzgarsız kalmış bir yelkenli gibi hissetmemize neden olan, bilinmezlik dolu bekleyişlerin hakim olduğu bir devreden geçiyoruz… Ama bu devre yukarıda sözünü ettiğim dinamikleri içinde barındırıyor!

YANİ BİZ ŞİMDİ BASBAYAĞI SINAVDAN GEÇİYORUZ;

Biz önümüzdeki soruları çözmek olduğunu sanıyoruz sınavın… Ama aslında notumuzu, kayıplara, endişelere, belirsizliklere rağmen, yola devam etmeyi başarabilmekten, ya da yorucu ve umutsuz görüntüler karşısında sabrımızı, sevgimizi, şükrümüzü, hayat sevincimizi, umudumuz, iyicilliğimizi yitirmemekten dolayı alacağız!

Bunlar değil midir insanın asırlar boyu düştüğü tuzaklar… Zorluklar karşısında cesaretini, belirsizlikler karşısında umudunu, dirayetini, iyicilliğini, fırsatlar karşısında adabını ve etiklerini, korku karşısında basiretini, şefkatini, güvenini ve en-değerli tuttuklarına karşı bağlılığını yitirmez mi insan evlatları…

Başına ne gelirse insanın, trajik ya da muhteşem görünen sahneler karşısında, kendini kaybetmekten, özüyle bağını yitirmekten ve yolu terk etmekten gelmez mi…

İşte bizler şimdi, bu dersleri kalıcı olarak öğrenip, insanlığın genlerine işlemek ve bizden sonra geleceklere bu bilgileri taşımak üzere giriyoruz sınavlarımıza!

Maksat latife olsun diye ” Biz Seçilmişiz” demiştim ya yazının başında… Aslında ”Seçilmiş” olmanın anlamını ”Ayrıcalıklı ve Üstün” olmak değil, ”Sorumlu” olmak diye okursak, bu ifade de ego yükseltici değil, düşündürücü bir latife halini alabilir…

Shakespeare’in tragedyaları ve komedileri, hep şimdilerde zorlu sınavlara çekildiğimiz zaaflar üzerine kurulu örgülere sahiptir. Öyleyse ne yapalım? Elbette Shakespeare üzerine biraz mesai harcayalım… İşte üstadın asırlara meydan okuyan metinlerinden seçilmiş birkaç cümle;

  • Hiç bir servet, temiz bir vicdanın verdiği zenginlikle boy ölçüşemez…
  • Şüphe, suçlu zihinlerin peşini asla bırakmaz!
  • İyilikte ifrat kötülük getirir!
  • Biz sadece ne olduğumuzu bilebiliriz…. Ne olabileceğimizi değil!
  • Düşünmeden konuşarak cennete gidilmez!
  • Sadece ”Zamanın saçtığı tohumlara bakıp, hangilerinin filiz vereceğini görebilenler” fikrini söylesin!
  • Şeytan işine yarayacaksa, kutsal metinlerden de alıntı yapar :)
  • Söylemek ve yapmak aynı değildir… İyiliği övmek de iyidir. Ama iyiliğin yerini tutmaz!
  • Şöhret boş ve yararsız bir yüktür! Zira genelikle hak etmeyenlere verilir ve haksızca geri alınır…
  • Sevgiden söz ederken mütevazi olun…
  • Aşk, vicdanlı olmak için çok gençtir!
  • BÜYÜK olabilen insanlar, onları sevmeyenleri de ihya edenlerdir…
  • Düşmanını atacağın ateşin harını az tut ki, seni de yakmasın!
  • Ne yapacağını bilmiyorsan, iman tahtanı yumrukla ve kalbine sor!
  • Azla mutlu olabilen, yeterince zengindir.
  • Hiç bir şeye sahip olmayanın, kaybedecek bir şeyi yoktur…
  • Yaratan insana bir suret verir… Ama insan onun yerine başka bir şey koyar!
  • Bizler zamana tabiyiz … Ve zamanın işi geçip gitmektir!
  • Ne var ki insan sadece insandır… En iyisi bile bazen UNUTUR!
  • Ruha can veren cesarettir!
  • Gökteki yıldızlar hayatımızın koşullarını belirler ama kaderimiz onlarda yazılı değildir! O bizim uhdemizde saklıdır…
  • KARANLIK YOKTUR! CEHALET VARDIR…

Galiba bu yazı ancak, Shakespeare’in müzikal komedi olarak sergilenen eserlerinden KISS ME KATE‘in ünlü baladı ”So In Love” ile biter … Beste Cole Porter … Mario Farangoulis ve Lara Fabian birlikte yorumlamışlar :)

http://www.youtube.com/watch?v=tKZtnURkNOk


Hiç yorum yok: