22 Şubat 2014 Cumartesi

AY Düğümleri Yer Değiştirdi … Ejderha’nın Başı Artık Terazi’yi Gösteriyor!

Moon by Alphonse Mucha


Ekliptik Yörünge, Dünya’dan baktığımızda güneşin ve güneş sistemi içinde yer alan bütün yıldız kümelerinin bir yıl boyunca takip ettikleri yola verilen isimdir… AY’ın Ekliptik Yörüngeyi kestiği noktalara ise AY Düğümleri adı verilir. AY’ın Ekliptik Yörüngeyi baştan aşağı gezme süresi 18.6 yıla denk düşer. Dolayısıyla bir burç kümesinde kalma süresi bir buçuk yıldan biraz daha fazladır.

Kuzey Düğümüne Ejderha’nın Başı, Güney Düğümüne de Ejderha’nın Kuyruğu denir… Astrolojik öğretiye göre kuyruk artık bize yük olmaya başlayan alışkanlıkların, baş ise ileri gitmek için edinmemiz gereken öğretilerin temsilcisidir!

EJDERHA ZAMANIN RUHUDUR!

Ejderha yüzünü Terazi’den yana çevirdiğine göre, önümüzdeki 1,5 yıllık sürede Güney AY Düğümündeki Koç Burcuna özgü kabul edilen niteliklere duyduğumuz aşırı yatkınlığı dizginlemek ve Terazi Burcuna özgü kabul edilen nitelikleri ise özümsemek için çaba göstermemiz, hepimizin hayrına olacaktır…
Ejderha’nın yüzünü çevirdiği yönün yani Terazi’nin derslerini anlamak için önce kuyruğundan yani Koç’tan bahsetmekte fayda var;

  • Her durumda kafasının dikine gitmek isteyen ve engellerden nefret eden, 
  • Dürtülerini kontrol etmeyi ve ihtiyaçlarını ertelemeyi kabul edemeyen, 
  • Hayata çocuksu bir sabırsızlık ve hesapsızlıkla baktığı için görünenin ötesini görmeye ve söylenmeyeni duymaya çalışmayan, bu yüzden de gerçeğin derin boyutlarını hesaba katmadan davranan, 
  • Neyi devirip kimi kırdığına dikkat etmeden hedefine ”uçan kafa” dalan ve tam da bu hoyrat tavrının yan etkileri yüzünden şanslarını yitirebilen, 
  • Sevimli, cesur ve açık sözlü olduğu için kolayca öne çıkan ve hata yapsa bile yine aynı nedenlerden affedilmesi ve güven duyulması kolay bulunan, 
  • Ama karşısına çıkan her seçim anında ”önce ben” demekten kendini alamayan ve ezdiği egoların, kırdığı kalplerin gazabına uğrayan, 
  • Aksiyon odaklı olduğu ve kendini eleştirmekten kaçtığı için iç-görü geliştirmekte zorlanan, 
  • Bu nedenle de ”alışkın olmadığı” kayıp ya da yenilgilerin ardından ”yeniden başlamayı” bir türlü beceremeyen KOÇ, 
Hepimizden birşeyler taşır… Zira O ”İçimizdeki Büyümeyi Reddeden Çocuk”tur!

Terazi ise ”ben” kavramının ”biz” anlayışı içinde nasıl var edilebileceğini öğrenmeye başladığımız yerdir… 

  • Bir şey yapmadan önce koşulları, araçları ve amaçları ”anlamaya” odaklanan, 
  • Ilımlı, esnek, sabırlı, gözlemci ve kontrollü olması sayesinde ”hayatta” kalan, 
  • Bütün sorumluluğun kendi üstüne almak yerine, en iyi yapabildiği kısımlara odaklanmayı tercih eden ve ekip çalışmasına değer veren, 
  • Tartışmaları tırmandırmak ve zıtlıkları vurgulamak yerine, ortamın dengesini sağlamaya odaklanan, 
  • Kendini korumaya herkes kadar meraklı, ancak bunun için kendi başına mücadele etmek yerine herkesi şemsiyesi altına alan ”ADİL” bir sistemi oluşturmak isteyen, 
  • Kendi duygularına mesafe almayı becerdiği için diğer insanlara ve olaylara da mesafe almayı beceren, 
  • Bildiklerini ihtiyacı olanlara aktararak ve insiyatif almak isteyene destek vererek ”vazgeçilmez” olan TERAZİ, 
bu özellikleriyle hepimizin ”yanımızda bulmak istediğimiz” türden biridir…

Biliyorum soracaksınız; ”Peki Terazi mükemmel midir?” … ELBETTE HAYIR :))) Burada tüm değerli özelliklerine karşın Koç’un gölgesi olan davranış modellerini terk etmekten ve Terazi’nin tüm zaaflarına rağmen başarıyla temsil ettiği davranış modellerini benimsemekten söz ediyoruz!

Ejderha yüzünü Terazi’ye çevirdiğine göre, artık içimizdeki çocuğu büyütmenin ve habire kendimizi savunmak ve başkalarını suçlu çıkartmak yerine, ”etrafımızda görmek istediğimiz türden” biri gibi davranmaya başlamanın zamanı gelmiştir :)

En son DOLUNAY Yazısında Savaş Sanatı Üstadı Sun Tzu’dan bir alıntı yapmıştım;

“İlk davranan olmaktansa bekleyip izlemek daha iyidir.
Bir adım ilerlemektense iki adım geri çekilmek daha iyidir.
Bunun adı ilerlemeden ileri gitmektir,
İki büyük güç karşı karşıya geldiğinde,
Zafer YOL VERMEYİ bilenin olacaktır.”

Bu düşünce, hayata bir Terazi gibi bakmanın özüdür… Terazi kan kaybetmeden savaşmanın hatta savaşmadan kazanmanın kitabını yazmıştır! Zira hayatta kalmak için en önemli bilgiye ”uzlaşma becerisine” vakıftır.

Uzlaşmak sözcüğü bizimki gibi ”delikanlı” kültürlerde pek sevilmez :))) Geri adım atmak, basitçe ”tırsmak” gibi görülür ve ”racona ters”tir!

Oysa uzlaşmak asla ‘’çaresizce boyun eğmek’’ değildir! Ve sanıldığından çok daha fazla yürek ve dirayet gerektirir…

İnsanlığın çıkar mücadeleleri ile, yalanlarla ve boş kavgalarla çok fazla vakit kaybettiği dönemlerden geçiyoruz… Hepimize zarar veren kör dövüşlerinin içinde nasıl bir duruş belirleyeceğimize karar vermek, kaçamayacağımız bir sorumluluktur!

Kuzey Ay Düğümü’nün Terazi’de olacağı bir buçuk yılllık süreçte, hayatımızdaki ”savaş alanlarına” çeki düzen vermek ve sonuçsuz itişmelerle kan kaybetmek yerine, uzlaşmayı öğrenmek için bir çok fırsatımız olacaktır…

”SAVAŞ ALANLARI” derken ne kastettiğimize şöyle bir bakalım mı;

İNSAN EN FAZLA KENDİYLE SAVAŞIR

Oysa kendiyle düşman olan birinin hayatla dost olması mümkün müdür? Mutlu ve verimli bir hayat sürmek isteyen herkes önce kendiyle uzlaşmak zorundadır!

Çoğu insan aynada gördüğü suretten hoşlanmadığı için ya hayata küser ya da küstahlaşır! Suretimizi omuzlamak ve onu amacımıza uygun olarak kullanmayı öğrenmek, ‘’Feleğin Sillesini Yemiş Bir Zavallı’’ modunda yaşamaktan da, ‘’NAAPİYİM LAYYNN! Ben Böyleyim… YERSE!’’ diye het hüt etmekten ve kendi sorumluluğumuzu başkalarının sırtına yıkmaktan da çoook daha fazla yürek ister ;)

Kendiyle barışık olmayan insan, kendisini olduğundan farklı görmeye ve göstermeye çalışır… VE BÖYLE YAPTIĞINI DAİMA REDDEDER!

Aileden başlayarak girdiğimiz tüm toplumsal birimlerde yargılayıcı, sorgulayıcı, aynılaştırıcı, ayrımcı, ezici, alaycı birçok davranışla karşılaşırız… Bu davranışlar ”istenmeme korkusu” oluşturur ve başkalarının hoşlanmayacağı yanlarımızı saklama eğilimi duymamıza neden olur.

Başkaları ile karşılaştırılmaya duyduğumuz tepki kadar insanların farklılıklarına da tahammülsüz olmamızın, kendimizi ”aşırı” derecede savunmaya geçmemizin, hatayı kabul etmek ve özür dilemekte zorlanmamızın, hep ”korunan, kazanan, onaylanan” taraf olmaya çalışmamızın temelinde, sevilmeme, istenmeme ve dışlanma korkusu vardır!

Kabul görmek için ”genel beğeniye” hitap etmek gerektiğini düşünür ve bu ortalamanın dışında kalan tüm fiziksel, zihinsel ve sosyal niteliklerimiz yüzünden KENDİMİZİ SUÇLARIZ!

Bu tek kelimeyle berbat bir şeydir…

Kendimizle kavgalı yaşamaktan kurtulmak için, önce ‘’elimizdeki malzemeye’’ küsmemek, hoşumuza gitmeyen ya da nasıl yöneteceğimizi bilmediğimiz özelliklerin varlığını reddetmemek, abartılı, eksik ya da güdük yanlarımızın adını koymak; yani olduğumuz durumu ‘’tanımlamak’’ gerekir!

Merkez bizi böyle tasarlamıştır… Demek ki, oyunun böyle bir karaktere, dünyanın da böyle bir insana ihtiyacı vardır! Yani… HEPİMİZ OLDUĞUMUZ GİBİ GAYET ANLAMLI VE ÖNEMLİYİZ :)

Yine de, her dizaynın törpülenmesi ve geliştirilmesi gereken yanları vardır;
Rahatça kullanabildiğimiz tüm özellikleri ılımlı, kıvamlı, yeterli, gerekli, yerli-yerinde, özenli bir biçimde kullanmak, yani güçlü olduğunu düşündüğümüz yanları ABARTMAMAK,
Rahatça kullanamadığımız nitelikleri de gerektiğinde kullanabilecek kadar geliştirmek, yani ”naapiyim yapamıyorum!” diye KAÇAK OYNAMAMAK,

bize bağışlanmış olan nitelikleri daha verimli kullanmak için iyi bir yöntem olabilir…

Olmadığı şeye öykünerek kendini inciten biri gibi yaşamak yerine olanı sevgiyle kucaklamak ve kendimizi yaşadığımız dünyanın tepesinde görmeyi hayal etmek yerine, yapabildiğimiz maksimum katkıyı, onurlu ve saygılı bir biçimde yapabiliyor olmaktan mutluluk duymak, bizi KENDİMİZLE BARIŞTIRACAKTIR.

İNSAN DİĞERLERİ İLE SAVAŞIR

Herkes ama herkes tıpkı bizim gibi ”merkezin ürünü”dür! Dolayısıyla onların varlıklarının anlamını sorgulamak yerine, aynı zeminde bulunduğumuz sürece, denge ve barış içinde var olmanın yollarını aramak gerekir.

AMA NERDEEEE :))))

ÖTEKİ’ni tehdit haline getiren, kendimizle uzlaşmakta zorluk çekiyor olmamızdır!

Bize benzemeyeni ya da bizim isteklerimize aksi yönde davrananları ”oldukları gibi” kabul etmekten söz eder ama bu ”yüce” davranışın gizemli formülünü bir türlü bulamayız :)))

İnsanlara duygularımızla baktığımız için, onları oldukları gibi görmekten, anlamaktan ve olmaları gereken yere koymaktan mahrum kalırız. Oysa onlar da bizde varolan dürtülerin ve kaygıların aynılarıyla var olan… Ama farklı önyüzleri kullanan varlıklardır!

Bizim onlardan bir muradımız vardır! Ve onlar bunu dikkate almamaktadırlar… Bu bize kendimizi önemsiz hissettirir! Kendimizle barış içinde olamadığımız için, diğerlerinin motivasyonlarını anlamak ve tercihlerine saygı göstermek bize çok ama çok zor gelir. Yakın olamadığımız insanlarla ”önceliklerimize uygun” bir mesafe ayarı yapmak yerine, bencilce üstlerine gitmemiz, aslında kendimizle problemlerimize ayna tutan, ”muhteşem” bir deneyimdir…

İYİ DE BAZEN BİRİLERİ BİZİM ÜSTÜMÜZE GELİR! O zaman noolucakkk?

Biz başkalarının kusurlarını büyütmeye ve kendi acılarımızdan onları sorumlu tutmaya, ya da kendi mutluluğumuzu diğerlerinde meydana gelmesini beklediğimiz bir değişime bağlamaya BAYILIRIZ :)

Bizim hayal ettiğimiz senaryoya göre oynamayanlara ise feci halde gıcık olur, diş biler, nefret duyarız!

Bu sosyal bir alışkanlıktır…

Kendimizi bildik bileli, etrafımızdakiler bizi yargılamış, etiketlemiş ve onların istediği yönde değişmemiz için alabildiğine zorlamıştır. Biz de bize yapılanı tekrar eder, yargılar, etiketler, zorlar, mahkum eder, aforoz eder, hatta mümkünse yok etmek için uğraşır ha uğraşırız!

Oysa hırs daha çok hırsla, kötülük daha büyük kötülükle, hile daha derin bir hileyle, sevgisizlik daha acı bir sevgisizlikle, acı daha unutulmaz bir acıyla giderilmez…

Zalime zulmedebildiğimizi hatta onu zulmümüz ile boyun eğmeye zorlayabildiğimizi görmek bize kendimizi GÜÇLÜ HİSSETTİREBİLİR!

Ama bu bizi ondan daha iyi biri haline getirmez… Daha da önemlisi, acı, adaletsizlik, zulüm, sevgisizlik, aynıyla karşılık verilerek ortadan kalkmaz.

Zira, HERŞEY AKSİYLE DENGELENİR!

Umutsuzluğun olduğu yerde umudu, karanlığın olduğu yerde ışığı, saygısızlığın olduğu yerde saygıyı, ölçüsüzlüğün olduğu yerde ölçüyü, ahlaksızlığın olduğu yerde ahlakı, adaletsizliğin olduğu yerde adaleti korumak için, bu niteliklerin kendimizdeki varlığına halel getirmeyecek şekilde davranmak gerekir.

Ve bunun ödülü bize ötekilerden değil, MERKEZDEN gelir!

İNSAN HAYAT İLE SAVAŞIR

Güneşin altında her şeyin bir zamanı vardır… Zaman’ı, Zemin’i ve Vesile’yi ayarlamak, Senaryonun Yazarı’na, Evrenin Yüce Mimarı’na, Merkez’e yani YARATAN’a aittir. Büyük resmi oluşturan parçaları ve aralarındaki dengeleri sadece O bilir…

Ama insan cahil, küstah ve sabırsızdır :)

Küçük penceresinden görebildiği ufka bir el uzanımı ile varmak, sistemin belkemiğini oluşturan parçaları gönlünce takıp çıkartmak, başka oyuncuların rollerine ve oyunun genel akışına bifiil karışmak ister :)))

Zira insan, zanlarının, duygularının ve beklentilerinin içinde kaybolmuş bir ”Kahraman”dır…

Ancak baş edemedikleri dürtülerle hareket edenlerin ”Kahraman” olmaktan ziyade, ‘’Hislerinin Kurbanı’’ ya da ‘’Talihsiz Bir Kayıp’’ diye anıldıklarını unutmamak gerekir ;)

ANCAK… Zaman ve zemin ile uzlaşan… Sabrı, metaneti, alçak gönüllü bir dirayeti, umut dolu bir çabayı, her koşulda koruyan… Girdiği Yol’un çıkar mı çıkmaz mı olduğunu anlamak için vicdanına ve imanına danışan… Bilemediği cevap için elini ve gönlünü açıp ”yol göstericilik isteyen” ve RUH’unun gösterdiği yola uyan ”Kahraman”lar, ne kadar muhteşem bir hikayenin vazgeçilmez bir parçası olduklarını görebileceklerdir…

EJDERHA’nın başı savaşmaktan değil uzlaşmaktan yana ise, bize düşen kendimizle, diğerleriyle ve hayatla tanışmanın, anlaşmanın ve bütünleşmenin yollarını bulmak için kolları sıvamaktır…

”YÜKLERİMİZ” The Weight of Us – Sanders Bohlke … Hell on Wheels Soundtrack II’den bir parça;

”Zamanı geldi cesur olmanın! Silkinip utancımızdan kurtulmanın…”

http://www.youtube.com/watch?v=OZiDlT94vp4 

Hiç yorum yok: