5 Şubat 2014 Çarşamba

Jüpiter Chiron Üçgeni … Burası ŞİFAKÖY Burdan Çıkış Yok :)))

by Gustav Klimt

Bir süre önce Pluto – Venüs Kavuşumunun Jüpiter ile karşıtlığı hakkında yazmış ve bu yazıda Chiron’un Jüpiter ile aldığı üçgen görünümün, karşıtlıklar içinde dengeyi ve ŞİFA’yı bulmaya yardımcı olacağını ifade etmiştim… Bkz; http://junoastrology.com/2014/01/22/jupiter-pluto-karsitligi-almak-vermek-ve-dengeyi-bulmak-hakkinda-hersey/

Jüpiter – Chiron üçgeni bu günlerde tam-açı halini alıyor ve ne zamandır yaşamakta olduğumuz yıkım, çatışma veya çıkışsızlık deneyimlerini ÇÖZÜM’e dönüştürmemiz için bize YOĞUN destek veriyor :)

NASIL mı?
Hepimizin ”yok sayılma, ihmal edilme, olduğumuz gibi onay alamama” gibi ”değersizleştirici” deneyimlerimiz vardır! Bu algılar çoğunlukla bıdıcık bir çocukken aile içinde geçirdiğimiz süreçlerde başlayıp, çeşitli vesilelerle tetiklenerek pekişir…

Baktığımızda insan dediğin şey türlü türlüdür… Hani astrolojinin çerçevesinden ele aldığımızda bile – sanıldığı gibi – 12 tip insan yoktur!12 üstü 12 çeşit sırf burç ve yükselenden, artı 9 gezegenin her birinin 12 burçtan birine girme ihtimalinden, ve bu gezegenlerin kişisel haritada 12 farklı eve girme olasılıklarından ve yükselen derecesi nedeniyle ev başlangıçlarının farklı olma ihtimallerine bağlı değişecek harita yorumlarından, bilmem kaç milyon çeşit farklı insan çıkar… Sakın bunlar ne demek diye sormayın ve astrolojiyi boru sanmayın :)))

Gelgelelim her insanın – ve her kişisel haritanın – derdi aynıdır! İnsan ”kıymetli” olduğunu bilmek ister ve çoğu kez ”değersizlik korkusu” yüzünden geliştirdiği çözümlerle hayata tutunmaya çalışır… Bu çözümlerin pek azı bizi uzun vadede hayattan ve kendimizden hoşnut ve gerçekten güçlü kılar. Yine pek azı diğerlerinin de ayakta kalmasını ”gerçekten” destekler!

Bu yüzden ”ŞEFKAT, OLDUĞU GİBİ KABUL, SAYGI ve ÖZEN” bekleyen benzerlerimizin arasında ürkek ve yalnız hissederiz kendimizi… 1950′li yılların Amerikan Edebiyatı’nda çok özel bir yeri olan Carson McCullers’ın ünlü romanına verdiği isim ”Yalnız Bir Avcıdır Yürek” bu halimizi çok iyi anlatır.

VE artık zaman ”Yalnız Avcıyı” şifalandırma zamanıdır!

Venüs’ün Oğlak’ta retro gittiği ve nihayetinde Pluto ile kavuştuğu dönemde birçok ”bize ters” durum yaşadık ve üstümüze geçirdiğimiz ”uyduruk” kılıflarının yüreğimizi korumaya yetmediğini gördük!

YETMEYENLERE örnek mi istiyorsunuz; hımmm meselam meselam…

- Hayata karşı derin bir güvensizlik duyduğunuz için, çaba gösterip hayal kırıklığına uğramaktansa, olumsuz beklentilere gömülmeyi ve depresyonu ”normal operasyon modu” haline getirmeyi daha GÜVENLİ mi buluyorsunuz?

- Değersiz olduğunuz için ”erişilebilir” olanların ve ”sizi kabul edenlerin” de değersiz olduğunu mu zannediyorsunuz? Ve tam bu nedenle elde edemediklerinizin değerini abartıp, kaybetme korkunuzu tetikleyen konumlara ve insanlara doğru ”adeta karşı konulmaz bir gücün etkisine girmiş gibi” çekiliyor musunuz?

- Başarılı olmak sizin için ”TAKINTI” halinde mi? Elinizi attığınız her iş ”BAŞKALARINA KARŞI BİR YARIŞ”a dönüştüğü için, bir zevk, bir gelişme fırsatı ya da bir yararlılık vesilesi olmaktan çıkıyor mu?

- Hata veya eksiklikleri ”öğrenme sürecinin parçası” olarak değil büyük yenilgiler olarak algılıyor ve böyle ayak sürçmelerinden sonra ayağa kalkmayı beceremiyor musunuz?

- Hatta düştüğünüz yerde kalıp tepinmeyi, zaten üstlenmeyi hiiiiç istememiş olduğunuz ”mükemmel insan” yükünü böylece sırtınızdan atıvermeyi, becerdiklerinizle bir türlü alamadığınızı düşündüğünüz onayı, size acıyan ve toparlamaya çalışanlardan almayı mı tercih ediyorsunuz?

- Hata yapma korkusu ile HİÇ BİRŞEYE el atamıyor musunuz?

- İlişkileri de bir alış-veriş dengesi değil bir BAŞARI KONUSU olarak ele alıyor ve ne pahasına olursa olsun İSTEDİĞİNİZ NOKTA’ya getirmek için uğraşıyor musunuz… ÜSTELİK bu tamamen ego-odaklı ısrarcılığı, AŞK – SEVGİ – MERHAMET – FEDAKARLIK gibi kılıfların altına gizleyip asıl derdinizi görmemeye mi çalışıyorsunuz?

- Hatalı olmayı kabul edemediğiniz için özür dilemeyi, uzlaşmayı ve değişmeyi red edee edeee gidecek yeriniz, çalacak kapınız kalmadı mı? Hımm… Hay Allah! Güçlü insan sevilmiyor tabi :)))

- Hayır demeyi, sınır koymayı, mesafe ayarı yapmayı … Yani kendi alanınızı ve tercihlerinizi tanımlamayı beceremiyor musunuz? Kendiniz için yaptığınız planlardan ya da önceliklerinizden ”başkalarının ilgisini veya onayını almak” adına kolayca vazgeçiyor ve hayatınızı ”kuru bir yaprak gibi” onun bunun ardında sürüklenerek mi geçiriyorsunuz?

- HATTA kaybetme korkularınız yüzünden SÜREKLİ geri adım atan, sineye çeken, katlanan ”yani KURBAN” rolünü üstlenen siz mi oluyorsunuz? Pekii… bizimki gibi ”düşene paye veren” bir toplumda, bunun dolaylı bir onay alma ve kafadan haklı çıkma yöntemi olduğunu, yani ”üç kuruşa beş köfte” yemeye çalıştığınızı hala görmediniz mi?

Değerli olma İHTİYACIMIZ’ı karşılamak adına geliştirdiğimiz bu tutumlar, genelde ÇÖZÜM GETİRMEYEN yöntemlerdir! Ve İŞE YARAMAYAN BİR DAVRANIŞ MODELİ VAZGEÇİLMESİ GEREKEN ZARARLI BİR ALIŞKANLIĞA BENZER…

Tıpkı onsuz olamayacağımızı zannettiğimiz için ”zararını bile bile” kullandığımız bir madde gibi, çocukluğumuzdan beri benimsediğimiz ”yara örtücü” tavırlardan vazgeçmekte de zorlanırız…

Hatta birçok insan böyle tutumlarının ona bir şey getirmediği geçeği ile yüz yüze bırakıldığında, akla hayale gelmeyecek itirazlar öne sürer ve karşılarındaki kişiyi de kendi çıkmazlarının içine çekerek ”bu mereti bırakmanın” mümkün olmadığına ikna ederler :)))) Onlara ”Şu dünyanın aslında bir sistemi olduğunu ve aslında KORUNUYOR olduklarını, mutlaka başka bir çare bulabileceklerini” anlatmaya çalışmayın! Öyle ikna edici dramlar sahnelerler ki… Sonunda siz kendinizi boş bir ceviz kabuğunun içinde bir okyanusta salak salak hayatta kalmaya çalışan bir maceracı filan zannedebilirsiniz :)))

Başka bir model vardır ki; onlar da söyleneni duymamazlıktan gelir VE HATTA uyarıyı kabul ediyormuşcasına ”EVET BİLİYORUM” ile başlayan cümleler kurup, konuşmayı her daim alkış alacak türden bir DELİ YÜREK söylemine bağlar ve kendileri ile yüzleşmekten kaçarlar :)))) Bunlar hep yapmış, hep kaybetmiş ama yılmamış, ama YÜCE GÖNÜLLERİNDEN ödün vermemiş, asla anlaşılmamış, ama yine yapacak ve gerekirse bu yolda kendilerini yakacak olanlardır! Yakmak, yıpratmak yerine, azcık toparlamak… Yalnız kalma korkusu yüzünden ha bire birilerini toparlama misyonu icat etmek yerine ”Kendi yüreklerini kendi ellerine almaya” VE ”Merkeze teslim olanın yalnız olmadığına” inanmaya ihtiyaçları vardır… Niyeyse her şeye yeten DELİ YÜREK buna yetmez ;)

BESBELLİ…”Tanımadığımız bir huzur için çaba göstermektense, tanıdık acılara gömülmek” çok daha güvenli gelmektedir bize!

Ne varki; bu nalet gökler insanı rahat BIRAKMAZZZZZ :))) Ahh ne kötüdür bu göklerrr! Ah ne münasebetsiz tuzaklarla vururlar yüzümüze yüzümüze OLMAZLARI, ÇIKMAZLARI…

Kimbilir ne zamandır yaşadığımız ama Kasım ayından beri iyice ayyuka çıkan BİTMEZ TÜKENMEZ ACILAR (!!!) aslında evrenin bize YOL DEĞİŞTİRMEK İÇİN verdiği İŞARETLER’dir! Canınıza tak etsin de, ”Bu Böyle Olmuyor Anacım!” deyin diye, ”Kötü olmak, Sevilmemek, Kahpe-kader damgası yemek” pahasına BİZİ SEVEN VE DÜŞÜNEN bir sistem tarafından kucaklanırız…

Evet evet… Basbayağı KUCAKLANMAK’tır aylardır ağlaya zırlaya yaşadıklarımız. Basbayağı kaçacak yer, itiraz edecek alan, kimi kandırdığı belli olmayan yalan kalmasın bize diye, her yolu tıkayıp bizi kucağa düşürmek ve BAĞIMLI olduğumuz tutumlarımızdan vazgeçmeye ikna etmektir :)

Hayır sizinle kafa bulmuyorum :))) Gayet ciddiyim…

İnsan acı çekince ”cezalandırıldığını” her istediği kucağına olmuşundan düşünce ”onaylandığını” zanneder. Ve işler beklentilerine ters gitmeye başladı mı, göklere lanet okumaya başlar :))) Bir türlü güvenemediğimiz ve ancak bizim aklımızca işlerse akıllı olduğuna hükmettiğimiz için, sistemin ne dediğini anlamamak doğaldır…

Sistem ise uyum sağlamamızı güçleştiren çıkıntıları törpülemek için uğraşır durur!

NAAPALIM PEKİ diyenlere naçiz birkaç öneri;

- Sürekli olarak arzu ve korkularınızı merkeze koyarak davranmayı bırakın! Bazı şeyleri sürece bırakmayı, kurallara, sınırlara ve tercihlere saygı göstermeyi… VE EN ÖNEMLİSİ ”Sonuca değil uygun adımları atmaya odaklanmayı” deneyin.

- ”Uygun adım ne?” sorusunun cevabı DENGE’de saklıdır! ”Ben Böyleyim!” adı altında; aşırı talepkar ya da verici, aşırı istekli ya da kayıtsız, aşırı bağımlı ya da vefasız, aşırı alıngan ya da yüzsüz, aşırı nazik ya da adapsız… Yani uçlara giden tutumlara meyil vermeyin. Bakın, izleyin, düşünün… Merkezden ”Nooolur şöyle böyle olsun!” diye değil ”Bana hakkımda hayırlı olanı göster!” diye yardım isteyin ;)

- Umduğunuzu bulamadığımızda ”KENDİNİZİ CEZALANDIRMAK” ya da birilerine ”BEDEL ÖDETMEYİ” hak saymak gibi yıkıcı yollardan sakının!

VE EN ÖNEMLİSİ;

- Yoksunluk bilincine, kurban psikolojisine, kaybetme korkusuna, dibi olmayan bir tatminsizliğe, yıkıcı bir umursamazlığa veya giderilemeyen kaygılara gömülüp, ŞÜKÜR HİSSİNİ YİTİRMEYİN!

Zira denge ve şükürden geçer huzurun yolu… Sizi sevgisinden yaratan ve İLLA Kİ bir işe yarayıp bir tencereye kulp olacak şekilde tasarlayan ”Merkez”in yolunuza, elinize, önünüze koyduklarını elinizin tersiyle itmek, amaçsızlığa, korkuya, çaresizliğe teslim olmak, kendinize yapabileceğiniz EN BÜYÜK HAKSIZLIKTIR! Yapmayın…

Deli Arnavut kızı Candan yine yapmış yapacağını … Çakayım bir KIRIK KALPLER DURAĞI size son kez ağlayıp zırlayalım :) Sonra da koyup hayatımızı önümüze, alıp yüreğimizi elimize daha önce denemediğimiz bir yola girmek için … Ya olmazsa, ya tutmazsa diye kaçındığımız bir DENGEYİ KURMAK için çaba göstermeye cesaret edelim…

Zira burası ŞİFAKÖY… BURDAN ÇIKIŞ YOK :)))

http://www.youtube.com/watch?v=2dzLid2dDks


Hiç yorum yok: