13 Aralık 2013 Cuma

Gökte iki YOD… Yaratan’ın Parmağı Neyin Üzerinde?

FRANCESCO DEL COSSA – SAINT LUCY (DETAIL)

13 Aralık 2013 CUMA, bir Jüpiter günü!

Jüpiter’i Adem’e benzetirim ben… Tanrısal Öz ile Dünya Çamuru’nun karılmış halidir o zira. Feleğin Çemberi’ne doğmuş, onun iniş çıkışları içinde ÖZ’ünü ortaya koymak ve umudu var etmek görevini üstlenmiştir!

Epeydir belalıydı başı bizim Adem’in… Lilith’in koynundan çıkamıyordu bir türlü :))) Gel gör ki, yine onu bu belaya saran Feleğin Çarkı kurtarıyor bizim deli oğlanın paçasını; Jüpiter Retro’ya yani dünyanın devranına göre bir tür geri çekilmeye girdi. Lilith ise almış başını, kendi yoluna gidiyor…

Ve 13 Aralık 2013 Cuma günü, Yaratan’ın Parmağı iki noktayı işaret ediyor gökyüzünde;

YOD açı kalıbı ”Yaratan’ın Parmağı” olarak bilinir. Kaderin tecelli ettiği hallere işaret eder… Bugün tam açılı hal alan iki YOD’dan biri 60 derece açı ile duran Güneş – Juno ikilisinden Lilith’e uzanan 150′lik açılarla oluşuyor. Diğer YOD ise, Ay ve Neptün ikilisinden Mars’a doğru uzanıyor. sabah 03:30 sıralarında tam halini aldı, gün içinde AY’ın ilerlemesiyle biraz daha geniş orblu bir hal alacak. Ama yine de sözünü söylüyor…

Bizi Lilith’in – yani abartılı duygu hallerinin, kıvrandıran kıskançlıkların, kahreden endişelerin, unutulamayan yenilmişlik hislerinin, vazgeçilemeyen tutkuların, karşı konulamayan arzuların, inatçı beklentilerin – kucağına atan, ÇAMURUMUZ’dur! Ne var ki, dünya yüzündeki varlığımız bu çamurla kaimdir :)

Başka bir deyişle; İnsanın nefsi olmadan varlık sahibi olması, yani Yaratan’dan aldığı ışığı yansıtacağı bir mecra bulması mümkün değildir. Bu yüzden nefsimiz - astrolojik olarak JUNO’muz – bizi ruh eşimizdir :)

Bu mantığa göre ruh nefse değil, nefs ruha ” al bunu tepe tepe kullan” diye teslim edilmiştir… Ama dünya hali ya da Feleğin Çarkı, insana bunu hep unutturur :) Sonra da bir ömür unuttuğumuz bu gerçeği yeniden hatırlamamızı sağlayacak olaylarla geçer!

Nasıl mı;

Nefs kendine hoş gelene doğru çekilecek ve ömrümüzün rotasını da o yönde sürükleyecektir. Nefs vicdana ağır basmaya başlayınca, öyle bir sürüklenir ki insan, ruhunun ipini bırakıverir. İşte tam o anda Lilith’in kollarına düşer…

Bu düşüşler dahi, bize eve giden anayolu özletmek, ve bu kez kendi seçimimizle onu aratmak içindir :)

Bir gün aynaya bakar, ve gördüğümüz şeyi sevmeyiz! Yüreğimizin hafif, zihnimizin temiz, ten örtümüzün incecik ve geçirgen olduğu bir hali, MASUMİYET halini özleriz… İşte o zaman Adem’in geri çekilip, Lilith’e yol verdiği zamandır.

Tıpkı şimdi olduğu gibi…

Bu YOD’lardan birinin hikayesiydi… Diğerine gelince;

Ay Boğa’da yücelir… Boğadaki Ay, neyin önemli ve kıymetli olduğunu, neyi istediğini bilen bir Ay’dır. Balık’taki Neptün ise, aldanışlar, yanılsamalar, çözülmeler, teslimiyet ve koşulsuz iman gibi, bir dizi ”derin deniz” deneyimini içinde barındırır.

Ne istediğimizi bilmek, çok güvenli bir hal gibidir… Ama istediğimiz şeyi mutlak bir hedef ve ona giden yolu vazgeçilmez bir yöneliş olarak kabul ettiğimizde, yani seçimi tutkuya, hırsa, kahreden bir mücadeleye çevirdiğimizde, kayboluruz…

”Doğru” olanın peşine düşmek, nasıl olur da bir yanılsamaya, bir kayboluşa dönüşür?

Elbette, aşkta ve savaşta her şeyin mübah olduğuna inanmak sayesinde :)))

”Doğru” dediğimiz şey, EL’AN – yani anda – öyledir… Zira anın sunduğu görüntü, bizim perspektifimizi belirler. Ama bir sonraki anın gözümüzü önüne serdikleri, doğru sandığımız kurguya, yeni bir boyut katabilir.

İşte bu nedenle insan her an yoklamalıdır kalbini… İşte bu nedenle körcesine bir kavgaya dönüşmemelidir yolculuklarımız… Bu nedenle, vicdan – yani bu yaptığımızın bize yakışıp yakışmadığı bilgisi – hep açıp karıştırdığımız bir başucu kitabı olmalıdır!

Terazi’deki Mars’a uzanan açıların anlamı ne bu hikayede derseniz;

Mars, hayatta kalma, mücadele etme, yolda kalma güdümüzdür. Terazi’de olunca dolaylı yolları seçer… Bazen de hayat bize zarf atmak, soru sormak, mesaj vermek, ders vermek için dolaylı yolları seçer :)

O yüzden bu ara dikkatli olalım hepimiz;

- Kazanç, başarı, zafer gibi görünene delice sevinmemek gerekir. Zira tacı takmak, sadece halden hale bir geçiştir. Taçlanmanın ardından gelecek bedeller ve sorumluluklardır düşünülmesi gereken. Tarih, tacı ağır geldiği için boyun omuriliği zedelenip, başını dik tutamaz hale gelen krallar ile doludur…

- Haklı olmak, hele de hem mağdur hem haklı olmak ve nihayet gücü ele almak, bir SIRAT köprüsü deneyimidir… Mazlumun, zalime dönüşmesi dünyevi anlamda bize EŞİTLENME gibi görünse de, ölçüsüz ödeşmeler, manevi anlamda bir çöküşün başlangıcı olabilir…

- İnsan acelecidir! Ama bazen sonuçlar geç gelir… Ve onlarla karşılaşmamız için, önce VAZGEÇMEYİ bilmemiz gerekir! Kendine yakışmayandan vazgeçip, görünürde kayıp ya da düşüş olana İMAN gücü ile yönelen, bir gün kayıp sandığının dönüştüğü hal ile yüzleşecektir… Yine de bize acı vermiş olanın acısına sevinmemeyi bilmek gerekir. Fark etmemiz gereken tek şey; ASLINDA – arzu etttiğimizden mahrum bırakılarak – NE KADAR KORUNMUŞ OLDUĞUMUZ’dur!

- Yolu bulamadığınız zaman Yaratan’a yönelin, RUH’un ipini tutun ve çekin… ”BEN GÖREMİYORUM, SEN GÖSTER! BEN BİLMİYORUM, SEN BİLDİR! BEN YAPAMIYORUM SEN YAPTIR!” deyin. Bu gücü eline alabildiğini zannetmekten kurtulup, merkeze teslim etmek, yani nefsi sahibine tabi etmektir…

Ve böyle seslenişlerin ardından olanlar, artık bizim isteklerimiz değil, kaderin tecellileridir. Tecelli’nin hakkaniyetinden sual olmaz. Ne olursa o andan sonra hayra vesiledir…

TESLİMİYET, zor iştir… Ama senaryoyu yazanın YARATAN olduğunu bilmek ve habire olay örgüsünü değiştirmeye odaklanmak yerine, rolümüzün hakkını vermek, en güzelidir ;)

Bu parçayı yakın bir zamanda kullandım… Ama şimdi tam yeri geldiği kanısındayım. Zira yazarken de hep bunu dinledim; ANNABEL – Gillian Welch… Beni en vuran cümlesi aşağı yukarı şöyle bir şeydir;

”Ne kadar uğraşsak da bizi mutlu edeceğini sandığımız herşeye ulaşamayız… Ve bir türlü bilemeyiz neden böyle olduğunu… Ta ki Rabbimizi bilene kadar”

http://www.youtube.com/watch?v=mb7fm6YCAI4