14 Ocak 2014 Salı

16 OCAK 2014 DOLUNAY Yengeç Burcu’nda … Hayatımızın Sorumluluğunu Alma Zamanı!





16 Ocak 2014 Perşembe günü, İstanbul saatiyle 06:52 itibariyle Ay Yengeç Burcu’nun, Güneş de Oğlak Burcu’nun 26 derecesinde iken ( daha keskin olursak 25 derece 58 dakika), DOLUNAY tam halini alacak.

DOLUNAY haritasında Güneş, dış dünyaya gösterdiğimiz yüzü, benlik örtümüzü temsil eden 1′inci eve girmiş. Ay ise hayat ve iş ortaklıklarımızı, kontratlarımızı, danıştığımız kişileri ve rakipleri temsil eden 7′inci evde ve Lilith ile kavuşum halinde. Anın yöneticisi Satürn, iktidarı, kontrol yeteneğini, statüyü ve sorumluluklarımızı temsil eden 10′uncu evden Güneş’e 60, Ay’a ise 120 derece açı yapıyor. Anın yükseleni 15 derece Oğlak. VEGA sabit yıldızı yükselen noktasına denk geliyor. Pluto 12′inci evden, Retro Venüs ise 1′inci evden yükselen noktası ile kavuşuyorlar. Retro Jüpiter ile kavuşum halinde olan SİRİUS sabit yıldızı ise, Alçalan Noktası da dediğimiz, 7′inci ev başlangıcında… Her iki kefesi de hayli AĞIR görünen bu terazinin kulpunu ise – her iki tarafa da T-kare yapan – inancı, imanı ve yargıyı temsil eden 9′uncu evdeki Mars tutuyor!

Etkilerini yaşamaya başladığımız bu DOLUNAY haritasının herkesin anlayacağı dilden tasvirine gelince;
Kayıplarımıza ve geçmiş kayıpların anılarıyla tetiklenen ”kaybetme korkumuza” fazlasıyla odaklı olduğumuz bir DOLUNAY bu…

Sahip olduğumuz maddi varlıkları, statüyü, gücü, etkiyi, manevi değerleri, değer verdiğimiz ve bize kendimizi değerli hissettiren ilişkileri, fırsatları, hayat ve iş ortaklıklarını kaybetmemize neden olan ya da ”önemsediğimiz” değerleri hayatımıza çekmemize ve orada tutmamıza engel olan ŞEYLER üzerine kafa yoruyoruz hep birlikte.

ASLINDA ORTADA BİR SORUN DA OLMAYABİLİR… Ama biz bildik tanıdık sorunlardan ziyade, bilmediğimiz yerden soru ve sorun çıkabilme ihtimalinden dolayı, kaygılıyız :) Elimizdekini kaybetmek, istediğimizi alamamak, alamayacağımızı istemek, aldığımızı beğenmemek hatta istemediğimiz bir ”hediyenin” üstümüze kalması, verdiğimizin beğenilmemesi türünden HALLER ve İHTİMALLER hep sorun :)))

Maddi ve manevi güvenlik, aidiyet duygusu, sevilme ve korunma ihtiyacı, sadakat beklentisi, özel saydığımız mahrem tuttuğumuz alanların korunması, aile ilişkilerimizin sağlamlığı, rahat ve tanıdık alanlarda kalma hatta ataleti sürdürme arzusu, ”bizden” bildiklerimizin bizim kalması gibi ”HASSAS” konularda, alabildiğine tedirginiz. Hem kendimizi, hem de muhatabımız olan insanları kaygıyla izlemeye, suçlamaya ve yerden yere çalmaya, ayağımıza bağ olanları gözümüzde büyütmeye, tehditleri abartmaya da ziyadesiyle yatkınız.

Kantarın topuzu, terazinin ayarı, adaletin kılıcı bir yerlerde bozulmuş… HAKLAR, SINIRLAR ya da ÖNCELİKLER ISKALANMIŞ… Ayrıcalıklar yaşanmış ama sorumluluklar ihmal edilmiş… Bedeline hazır olunmayan ya da anlamsız ve fazlasıyla zorlu hedefler seçilmiş… Güç ve kontrol elde olduğu sürece ”hep bana Rabbena” denilmiş ama hesap sorulmaya başlanınca etekler tutuşmuş… Etkiyi, düzeni, birliği, dirliği kaybetmemek adına fazla alttan alınmış fazla taviz verilmiş ve bıçak kemiğe dayandığı için sabır kaybolmuş… YA DA benimsediğimiz hedeflerin bizim için önemi ile başkaları gözündeki değeri arasındaki sınır yitirilmiş… GİBİ BİR DURUMLAR VAR HAYATIMIZDA.

Birilerini etkilemeyi, birilerinin sunduğu güvenlik ya da ayrıcalık alanında kalmayı fazlasıyla umursamış, bu yüzden de – hem kendimizde hem karşımızdakilerde – gerçekçi olmayan beklentiler oluşturmuş, görünenin ardındakini anlayıp dinlemeden etkilenmiş, birilerinin bizim için ne düşündüğünü fazlasıyla dert etmiş ama onların bizim için gerçekte ne ifade etmesi gerektiğini hiç irdelememiş, alıştığımız konum ve tanımları içleri boşalsa da sahiplenmeye çalışmış, etkinlik-yetkinlik-önemlilik-saygınlık gibi konulardaki klişelerimiz yüzünden anlamsız ve bizi kayba sürükleyen fedakarlıklar yapmış olmamız da çok mümkün… Ve şimdilerde, mesnetsiz ön-kabuller ve yanılsamalar ile yaptığımız bu maddi ve manevi kontratların ”yol, su, imkan, çevre, iletişim, enerji” cinsinden vergileri, tahammül sınırlarımızı zorlamakta ;)

Bu yüzden de amaçsız, tatsız, huzursuz, mızmız, dızdız, huysuz hissetmemiz, adapsız, ölçüsüz, densiz, yersiz düşünce ve davranışlara meyletmemiz işten değil!

OFFF NAAPICAZZZ?

Elbette ÖNCE DENGEYİ BULUCAZ…

Milletçe HESAPLAŞMA’yı severiz. ”Hesaplaşma” tarafların duygusal, kaygısal, tercihsel, alınganlıksal, beklentisel, ya da basitçe BEN-MERKEZLİ öncüllerle, OLAY ÇIKARTMA’ya girişmelerini tarifleyen bir tabirdir! Savunma ve saldırı bazlı bir yaklaşım olup, olabildiğince haklı – yani bize göre hak olan neyse öyle – çıkmak arzusuyla iç içe yaşanır…

Denge getirmekten ziyade, bir tarafın baskın çıkmasıyla sağlanan yeni bir dengesizliğin oluşumuna yol açar! Zira insaftan, basiretten, vicdandan, hazımdan ve HAK’kın adaletine duyduğumuz teslimiyetten nasibini almamış bir yaklaşımdır. En önemlisi de KARŞIMIZDAKİNİN BİZİM YANSIMAMIZDAN İBARET OLDUĞU’nu unuttuğumuzu gösterir.

Kendimizle hesaplaşma dediğimiz haller bile, böyle kıyasıya yaşanan ve öz-yıkıma götüren, kendi kendimizi sonradan altından kalkamayacağımız tercihlere mecbur eden, gerçekleri kabul etme ve uygulanabilir çözümler üretmeye dayanmayan, başkalarının gözünde geleceğimiz halleri ya da sosyal ön kabuller ile önem sıramızda tepeye tırmanmış konumları, ”kendi gerçeğimizin ve sınırlarımızın” üzerine koyan, hayaller ve hüsranlar dizilerimizi sürdürmemizi garantiye alan, verimsiz süreçlerdir…

”HESAP ÇIKARTMA” tabiri ise, ”somut verilere dayalı bir tanı koymayı ve bir durum tesbiti yapmayı” çağrıştırır. Niyeyse öbürünü sever ama bunu pek sevmeyiz :)))

Zira ezberimizi bozan, alışkanlıklarımıza meydan okuyan, bize hep yaptığımız gibi yapmamayı vaaz eden sonuçlar üretir! Hafazanallah, sonra ”varsaydıklarımızın” üzerinde düşünmek, tasarlamak, cesaret etmek ve çaba göstermek, üstelik bunları o güne dek ”mecbuuur” kabul ettiğimiz yöntemlerin dışına çıkarak yapmak filan gerekir :))

Sorgusuz boyun eğerek ya da sınırsız boyun eğdirerek, bir hedef saptayıp Allah ne verdiyse dibini bulana kadar yüklenerek ya da en ufak sorunda geri çekilerek, alem buysa kıral benim hesabı yaşayarak ya da inimize çekilerek DENGE BULUNMAZ!

Denge anlarda yakalanan latif ve naif bir haldir… UYANIK ve ÖZENLİ olmayı gerektirir.

Katı, değişmez, sorgulanmaz, sonsuz, sınırsız, yargılanmaz, mutlak … filan fıstık şeylere, PADİŞAH KOMPLEKSİMİZ ve HATALI GELİŞMİŞ KULLUK ALIŞKANLIĞIMIZ yüzünden pek rağbet ederiz…

Elbette ZORDUR ”böbürlenme sultanım senden büyük Allah var!” sözünün içerdiği uyarı uyarınca ”adaplı ve tevazu sahibi” olmak… Ve bir sultan bulup sırtımızı yaslamak yerine ”Yaratılışımıza Layık” olmak için bir ömür gayret göstermek! DENGE’de kalmak için uyanık ve özenli olmak zordur…

Kafamıza göre, keyfimize göre, ya da korkularımıza ve kaygılarımıza göre kendimizi salmak ”teslimiyet” değil, adı üstünde salmaktır :))) Sonra da kaygılar korkular ya da sorunlar haksızlıklar tavan yapınca yani DENGE ve ADALET hepten kaybolunca, biri bizden ya da biz birilerinden ve elbette kendimizden hesap sorarız!

DENGE, anların hesabını çıkartmak ve çıkan hesaba uygun olan adımı atmaktır… KİMSEYİ DEĞİL RUHUMUZU MEMNUN ETMEK İÇİN tutturmaya çalıştığımız bir ağız tadı halidir…

Senaryoyu MERKEZ yazar! Ve – benim deyimimle merkez – ya da Rab kendi için bizden bir şey istemez, ama kendimizin farkında olmamız için istediklerimize ve yaptıklarımıza dikkat etmemizi, HAYATIMIZIN SORUMLULUĞUNU ALMAMIZI VE AN BE AN DENGEYİ TUTTURMAMIZI İSTER… Senaryo bize hep ama hep bunu hatırlatır!

ÇOK UZATTIM :)

Sonuç itibariyle bu DOLUNAY, hayatımızın sorumluğunu almak, dengeyi bulmak, kendimize ve başkalarına İNSAFLI ve ADİL davranmak, ”kafamızı taktığımızı ya da alıştığımızı değil UYGUN olanı” bulup yapmak hakkında dersler ve deneyimler içerecek…

”BIKTIM DERSLERDENNN! YETERRR MUTSUZUMMM! AY ÖLCEM ARTIKINNN! RAHAT İSTİYORUMMM” diyenlere de ”naçizane” önerim; korkularına, kazançlarına, kayıplarına, hesaplarına YANİ KENDİLERİNE değil, YOLA odaklanmaları…

”Her işin namusu vardır… Yeter ki insanın namusu olsun!” demeyi, hayatının sorumluluğunu almayı ve RAĞMEN yapmayı hatırlatan bir diziydi Behzat Ç. Bir bölümüne de ”adamım” Memet de katılıp Neşet Ertaş’tan bir türkü söylemişti…

Dünya yalandır ve dünya haline kaptırmak, bitmez bir kaygıya kapılmaktır. Zira bugün olan yarın yoktur! Hayatın bize güzel ve çirkin, kolay ve zor, acı ve tatlı gelen hallerinden geçeriz… Ve hepsinden bize kalan – bu yüzden de gerçek olan – tek şey vardır; HAL NE OLURSA OLSUN BİZİ BİZ YAPANDAN VAZGEÇMEMEK!

Mehmet Erdem feat. Neşet Ertaş – YALAN DÜNYA



Hiç yorum yok: